Blog

ASLAN ŞÜKÜR

25.12.2013 13:41

ASLAN ŞÜKÜR

Türkiye'nin en ünlü, en sevilen ancak ismi bir o kadar az bilinen kapak ressamı olan Aslan Şükür, 1945 yılında Samsun'un Bafra ilçesinde doğmuştur. İlkokulu Samsun'da okuduktan sonra İstanbul'a gelmiş, 1962 yılında Bab-ı Ali ile tanışmıştır. Özellikle Hayat ve Akşam'da yoğun olarak çalışmış, Nebioğlu Yayınevi ile de ilişkileri olmuştur.
Gençliğinde kendisini en çok etkileyen ressamların Remzi Türemen ve Nehar Tüblek olduğunu söylemiştir. Özellikle 80'li yıllarda Tay Yayınları'nın kapaklarından fırlayıp hayallerimize giren çizimleri ile zihnimize kazınmıştır.

Tay Yayınları'nın yayınladığı bütün çizgi romanların kapaklarını kendisi çizmiştir. Mandrake, Zagor, Kızılmaske, Mister No, Teksas, Tommiks, Judas, Yüzbaşı Volkan, Karaoğlan, Tom Braks, Atlantis vs vs'nin unutulmaz kapaklarını çizen ilüstratör için çoğu kişinin ortak kanısı, çizdiği kapakların orjinallerinden daha güzel olmasıdır. Ayrıca sözkonusu nefis kapaklar bir çeşit seksenli yıllar simgesi olarak da görülebilir. Çizdiği kapaklardaki kahramanların yüzlerinde, vücut hatlarında, kaslarında ve diğer uzuvlarında yaptığı gölgelendirmeler ve ayrıntılar nefistir. Kapakları, farkında olmasalar da bir sürü Türk okuyucunun beynine kazınmıştır. Bugün pek çoğumuz Zagor, Mister No vs dediğimizde ilk olarak aklımıza onun çizdiği kapakları getirmekteyiz.
Kapaklarının genel özelliği, çizimlerinin çoğunlukla büyük öfke içinde olmasıdır. Gülümseyen insanların olduğu kapaklar çok azdır. Ayrıca çizdiği karakterlerin neredeyse hepsinin suratı birbirine benzer, çok bariz farkları olanlar dışında örneğin Zagor'la Yüzbaşı Volkan'ın yüzleri birbirinin aynısıdır.

Kendisinin Tay Yayınları ile tanışması Yücel Köksal’ın sayesinde olmuştur. Bakırköy’de turistik eşyaların üzerine resimler çizen sanatçının çizdiği resimleri çok beğenince onu Tay Yayınları'nın sahibi Sezen Yalçıner'in yanına dötürür. Sezen Yalçıner çizimleri beğenir ve Aslan Şükür, Tom Braks ve Zagor kapaklarıyla işe başlar. Yıl 1971'dir. Bu yıldan itibaren Tay Yayınları kapanana dek kapakları Aslan çizer. Aynı dönem içinde başka yayınevlerine de çalışan Aslan Şükür, Nil Yayınları, Altın Kitaplar, İnkılap ve Aka, Öğün gibi bir çok yayınevine yüzlerce kapak yapar.
Günde kaç kapak çizdiği ve nasıl çalıştığı ile ilgili bir soruya
Aslan şöyle cevap vermiştir:
"Bunun bir standardı yok aslında, sizin enerji ve istek durumunuza göre değişkenlik gösterebiliyor, ama diyebilirim ki elim bayağı hızlıdır. Hatta dünyada benim kadar yoğun çalışan kapak ressamı sayısının pek fazla olmadığını söyleyebilirim. Ben tek kapak pek yapmazdım, birkaç kapağı aynı anda çalışırdım. Özellikle Martin Mystere’da İtalyan kapaklarını örnek almıştım ama tersi durumlar da oldu. Örneğin Ferri benim Mister No’ya yaptığım bazı kapakları çok beğendiği için İtalya’da onları aynı kompozisyonla tekrar çizdi."
Kullandığı teknik ile ilgili de şöyle konuşuyor üstad:
"Kullandığım boya genellikle guaj’dır. Kapağın kompozisyonuna göre bazen yarım kat bazen de iki kat büyüklükte çalışırım. Ekolin boya pek kullanmadım, benim stilime en uygun boya sanıyorum guaj. Bir dönem arka fonlarda air-brush’la da çalıştım ama fırçanın verdiği o sıcak dokuyu pek vermediği için epeydir kullanmıyorum."
Zaman zaman yurt dışında yayınlanan bazı yayınlar için de kapaklar çizen
Aslan Şükür, Türkiye'ye geldiğinde Bonelli ile de tanışmıştır. Ferri ve Bonelli kapaklarını çok beğenmişler, hatta Ferri bazı orjinal Aslan
kapaklarını alıp İtalya'da kendi çizimleri ile kullanmıştır.
Ayrıca Zagor'un kapaklarına biraz özel ilgi gösterdiği ve özendiği de söylentiler arasındadır. : )

Rudy Nebres

22.12.2013 14:16

Rudy Nebres












Filipin sanatçı Rudy Nebres Güzel Sanatlar Okulu'nda okudu. O yerel bir çizgi yayında onun yaptı. Yakında profesyonel kariyerine başlamak için, ACE Yayınları taşındı. 1970'lerin başında, Nebres dergilerin kendi siyah ve beyaz çizgiler için işi yapmak için DC ve Marvel tarafından atandı. O, 1975 yılında Devletleri'ne göç etti ve 'Dr Strange' gibi başlıklar üzerinde çalıştı, 'The Incredible Hulk', 'Kral Conan' ve 'Örümcek Adam'. O ile çalıştı Ahmet Buscema ve 'of Conan Savage Sword' açık 'Shadow Realm Warriors'. Daha sonra dergi Creepy, Eerie ve Vampirella için hikayeler yaptım Warren, taşındı. O ayrıca 'Black Beauty "Pendulum Press için çalıştı. Eserleri detay ve anatomi duygusu ile dikkat çekiyor. Daha sonra, o, Hollywood Marvel Entertainment için bir sunum sanatçı olarak çalışmaya başladı ve 'Zırh', 'Samuree' ve Süreklilik Studios 'ToyBoy' gibi çizgi romanlar yaptı.

 

John Buscema

22.12.2013 14:15

John Buscema

 





John Buscema, ya da İtalyan kökenini yansıtan tam adıyla Giovanni Natale Francesco Buscema, 11 Aralık 1927'de Brooklyn, New York'ta doğdu.
Manhattan'daki Güzel Sanatlar Lisesi'ne devam eden John'u en çok etkileyen çizgi roman sanatçıları, Hal Foster (Prince Valiant), Alex Raymond (Flash Gordon) ve Burne Hogarth (Tarzan) oldu. Bu dönemde 18 ay boyunca, gündüzleri okula devam ederken, geceleri Pratt Enstitüsü'nde canlı modellerle desen çalıştı. Sıkça müzeleri ziyaret ederek, Michaelangelo, Da Vinci, Rubens ve Raphaello gibi ressamların çalışmalarını inceledi.
Büyük John'un eğitimi, sadece "mektepli" değil, aynı zamanda "alaylı" nitelik de taşıyor: 1948 yılında, 21 yaşındayken, Timely Comics'te profesyonel olarak çalışmaya başladı. Bu firma, ismini sonradan Marvel Comics olarak değiştirecekti. Buscema'yı işe alan kişi ise Stan Lee idi...
Birbuçuk yıl boyunca Timely'de kadrolu olarak görev yapmasını takiben, Buscema, çeşitli firmalar için freelance çalışmaya başladı. Bu zaman dilimi içinde, çağdaşı olan Al Dorne, Norman Rockwell ve Robert Fawcett gibi ünlü ilüstratörlerden de etkilendi. Dell Comics için, western sinemasının ünlü yıldızı Roy Rogers'ın serüvenlerini çizdi birkaç yıl boyunca. Bu arada, kardeşi Salvatore de çizgi roman dünyasına adım atmıştı...
Çizgi roman sektörünün daralmasıyla birlikte, Stan Lee'li Timely Comics küçülmüştü. Bu dönemde Buscema tekrar Stan Lee'yle birlikte çalışmak istedi fakat Timely ayda sadece 8 dergi çıkartabiliyordu ve Buscema'ya göre bir pozisyon yoktu. Bunun üzerine, Büyük John 1958'de çizgi roman alanında çalışmayı bıraktı ve reklamcılık sektörüne kaydı. Chaite & Triad Stüdyoları'nda geçen sekiz zorlu yıl boyunca reklam dünyasının bir parçası olarak kalan Buscema, 1966'da Stan Lee'nin (kendi tabiriyle "çok cazip") teklifi üzerine Marvel'a döndü.
 

O tarihten bu yana Marvel için çalışan Buscema, firmanın tüm belli başlı yayınlarında (kimi kez bir kurtarıcı gibi) çalıştı. 18 sayılık efsanevi Silver Surfer dizisinin 17 sayısını çizdi. 1970'lerde kendi yönetiminde bir sanat okulu kurdu, ardından, How to Draw Comics The Marvel Way (Marvel Tarzı Çizgi Roman Yapmak) adlı öğretici kitabı Stan Lee ile birlikte hazırladı.
Buscema'dan, daha ziyade breakdown artist (taslak sanatçısı) olarak yararlanıyordu Marvel: O, genel olay akışını, kompozisyonları ve açıları net biçimde ortaya koyan eskizeri tamamlıyor, konturların yerini ve koyu-açık dengelerini belirleyerek çizgi romanın iskeletini oluşturuyordu. Detaylı kurşun kalem çizimleri ve/veya çinileme yapma aşaması ise başka sanatçılara düşüyordu. Editörlerin John Buscema'dan olabildiğince çok verim almasının yolu bu idi: Ne kadar az detaya girerse, o kadar çok sayfa üretiyordu.
1990'larda ilk regüler Wolverine serisi onunla start aldı. Neredeyse 50 yıl boyunca çok yoğun bir takvimle hayal gücünü ve kurgu anlayışını çizgi roman sayfalarına aksettiren sanatçı, 1996'da sessizce emekliye ayrıldı. Buna "sözde emeklilik" demek daha uygun olur aslında: Çünkü tekliflerin ardı arkası kesilmemiş, kendine ayırabildiği kısa zamanda da, Lucca ve San Diego gibi uluslararası çizgi roman fuarlarındaki davetlere icabet etmek durumunda kalmıştı. San Diego'da takdim edilen The John Buscema Sketchbook (John Buscema'nın Eskiz Defteri) adlı prestijli yayında, kişisel koleksiyonundan, bir kısmı daha önce hiç yayınlanmamış eserler bulunuyor.
2001 sonbaharında mide kanseri teşhisi kondu Buscema'ya. Ciddi bir ameliyat geçirmesine rağmen, yaptığı istisnai çalışma üzerinde yoğunlaştı: DC'nin Just Imagine serisinde yer alacak Just Imagine Stan Lee with John Buscema Creating Superman (Stan Lee ve John Buscema'nın Birlikte Superman'i yarattığını Hayal Edin) adlı bölümün 22 sayfalık kurşun kalem çizimlerini Buscema daha geçtiğimiz ay (Aralık 2001) bitirdi.
Büyük John işine öylesine değer veriyordu ki, son çizgi romanını tamamlamadan önce hayatını tamamlamaya gönlü el vermemişti sanki...
Buscema'nın torunu Stephanie Czerwinski, dedesinin yolunda gidiyor ve çinileme branşında çizgi roman sektörü için çalışıyor. Oğlu John Buscema Jr. ise, bir otomobil yarışçısı.
Peki sanatı ve içinde bulunduğu sektör hakkında neler düşünmüş, neler söylemişti Buscema?
Western konseptine, özellikle de çekik gözlü Roy Rogers'a pek ısınamamış anlaşılan:
"Birkaç yıl boyunca Roy Rogers yaptım ve bundan nefret ettim. Rogers'ın yüzünü çizmekten hiç hoşlanmıyordum."
Her yetkin sanatçı gibi, Buscema da dobra açıklamalar yapmaktan kaçınmıyordu. Taslak çizimlerini yaptığı sayfaları çinileyen meslektaşları hakkında söyledikleri hayli sert:
"Çinileyiciler benim çizimlerimi mahvedip durdu. Özellikle de Filipinliler. 1930'lardan kalma karakterlere dönüştürdüler figürlerimi..."
Alfredo Alcala ve diğer Filipinli sanatçıların çinileme tarzı, Büyük John'u rahatsız eden tek şey değildi. Zaman içinde çizgi romanların sanatsal anlamda kan kaybettiğini düşünüyordu. 1990'larda birbiri ardı sıra parlayan çizerlerle ilgili görüşleri şöyle:
"Bundan 30 yıl önce bu çocuklar asla iş bulamazlardı. Şimdilerde çizgi roman diye basılan çöplüğe akıl erdiremiyorum."
John Buscema, Marvel'la özdeşleşmiş bir isim. Peki ya DC? Kariyeri boyunca DC için çalışmayı hiç düşünmemiş miydi?
Yukarıda değindiğimiz üzere, 1950 yılında Marvel'da kadrolu olmaktan çıkıp serbest anlaşmalar yapmak durumunda kalmıştı. Yayıncılar da küçüktü, aldığı çeklerin üzerindeki rakamlar da. Bunun üzerine, 23 yaşınayken bir gün eline portfolyosunu alıp DC Comics'e gitti. O günü şöyle hatırlıyor:"Oraya gittiğimde hiçbir yetkili kimse ofisinden çıkıp da benimle konuşmadı. Portfolyomu görmek istedikleri söylendi, ben de onu verdim ve içeri götürdüler. Portfolyom incelendi ve geri verildi. Sana uygun bir işimiz yok cevabını aldım. Ben de geri döndüm. Yıllar sonra, sanırım 60'ların sonuydu, Carmine Infantino'dan bir telefon aldım. Bana DC'ye gitmeyi düşünüp düşünmeyeceğimi sordu. Gitmezdim tabii. Neden diye sordu. Vaktiyle gelmiştim dedim, bir işe ihtiyacım olduğunda ne cehennemdeydin?"
İlginçtir, bu küskünlüğü nihayetinde tatlıya bağlarcasına çizdiği son öyküler, DC Comics için oldu: Batman: Black & White'daki çalışması ve Just Imagine serisinden çıkacak Superman...
Peki ya Conan? Silver Surfer'da çıkardığı harika işin ardından serüvenlerini çizmeye başladığı barbar hakkında şunları söylüyor Buscema:
"Conan benim bebeğimdi. Süper kahramanlar çizmekten asla zevk almadım; Conan'ınsa doğaüstü güçleri yoktu. Kendi arka planlarımı yaratabiliyor olmak çok güzeldi. Binalar, arabalar, mekanik şeyler çizmekten nefret ederim ben. Söz konusu Conan olunca, böyle zorunluluklar yok ve daha serbestsin. Kimse sana falanca tüfeği ya da filanca tabancayı çizmeni dayatmıyor senaryoda. Kılıç çiziyorsun, canın nasıl bir kılıç çizmek isterse öyle bir kılıç. Kimse de çıkıp yanlış olmuş diyemiyor, çünkü zaten öyle birşey hiç varolmamış."
Evet, görülüyor ki Buscema, çizgi roman çizmeyi sevmekle birlikte, kendi yaratıcı süreci içinde bir seçicilik yakalamış. Sanat yaşamı boyunca ona en ağır gelen dönem ise, reklamcılık yaparak geçirdiği sekiz yıl olmuş:"Öyle ki, Roy Rogers'ın suratını çizmeyi bile özler olmuştum..."

 

Magnus (Roberto Raviola)

22.12.2013 14:14

Magnus (Roberto Raviola)





ARAMAKTAN ASLA
VAZGEÇMEYEN ADAMIN EFSANESİ
Yazan: Graziano Frediani
Teks kadrosuna kabul edildiğimde Magnus, en azından İtalyan çizgi romanının küçük dünyasında bir efsaneydi: Kâh dramatikleşen, kâh groteskleşen kendine özgü tarzıyla, siyah beyaz kontrastları ustaca kullanmasıyla, (zaman zaman ironik eklemelerde de bulunarak) birbirinden çok farklı dallarda eşer verebilen, haklı olarak büyük bir ün kazanmış, ilginç, zeki ve ne yapacağı önceden asla tahmin edilemeyen, yeni şeyler denemekten asla korkmayan, ele avuca sığmayan bir sanatçıydı. Kendisini iyi tanımayanları şaşırtmaktan her zaman büyük keyif almış, sanki hâlâ öğreneceği pek çok şey varmış gibi (ömrünün son yedi yılını adadığı bu albümü hayata getirmek için) büyük bir coşku ve alçakgönüllükle çalışmaya devam etmişti. Asla, bir an için bile olsa kahramanımızın kişiliğini aykırı bir biçimde yansıtacak, bir başka deyişle farklı bir ruh katacak hiçbir değişikliği aklının ucundan bile geçirmemişti. Çizeceği Teks, 1948 yılında Gianluigi Bonelli ve Aurelio Galleppini'yle başlayan ve ilerleyen yıllarda layık olan yazar ve çizerler tarafından sürdürülen muhteşem Teks "geleneğf'ne yakışan, bu geleneğe aykırı düşmeyen bir armağan olmalıydı. Bir başka deyişle Mag-nus'un fırçasından çıkacak Ranger, "kara", alaycı kardeşlerine benzeme-meliydi: Kriminal ve Satanik gibi yıkıcı bir öfkeyle hareket etmemeli, Alan Ford ve Necron gibi garip ve saçmalığa kaçan hareketlerde bulunmamalı, dünyanın "sıcak" noktalarında sürdürdüğü bitmek tükenmek bilmeyen yolculuklarında umutsuzca şiddete başvurmaktan başka çaresi olmadığını düşünen Lo Sco-nosciuto gibi davranmamalıydı. Magnus, büyük bir tevazu göstererek, "Benden önceki büyük sanatçıların önünde saygıyla eğilmekten başka bir şey yapamam. Teks'i çizeceğimi düşündükçe kalp atışlarımın hızlandığını hissediyorum..." diyordu. Kendisi de bir usta olmadan önce tutkuyla okuduğu, büyük sanatçılar tarafından yazılıp çizilenler gibi saf macera, entrika ve heyecan içeren bir eseri armağan olarak sunma fırsatı elde etmenin mutluluğunu yaşıyordu: Gi-ovanni Scolari'yle Federico Pedrocchi'nin Saturno controla Terra'smm, Brandon Walsh'la Nicholas Afonsky'nin La Rondine di Mari'sinin, Alex Raymond'un Flash Gordon'unun, Floyd Gottfred-son'un Topoiino'sunun; Rino Albertarelli'nin, Franco Caprioli'nin ve Pier Lorenzo De Vita'nın eserlerinin; savaş öncesi ve sonrasında I'Int-repido, L'Avventuroso ve 11 Vittorioso gibi çocuk dergilerinde yayımlanan ve hepsini nefesini tutarak okuduğu bütün öykülerin izinden giden bir çalışma olacaktı eseri.
Magnus başlangıçtan beri Teles albümü üzerinde hiçbir şeyi aceleye getirmeden, bitirmek için belli bir zaman verip kendi kendini bağlamadan, yaptığı işten büyük bir keyif alarak, büyük bir titizlikle, okurlarını sıkmamak için tempoyu düşürmeden, ama bir yandan da sayfa üzerinde yer alacak her şeye -tarihsel, mimari, anatomik ayrıntılara dikkat ederek zihnindeki görüntüyü kâğıt üzerine aktarmaya çalışıyordu. Gece Kartalı'nın dünyasına özgü varlıkları hata yapmadan yansıtmak için düzinelerce maket üzerinde perspektif çalışmaları yapmış, canlı cansız ne varsa (atlardan posta arabalarına, saatlerden tüfeklere, nehirlerden dağlara...) her şeyi olması gerektiği gibi çizmeye gayret göstermişti. Küçücük bir ayrıntı üzerinde bile saatlerce çalışmış, içine sinmediği bir şeyi yeni baştan çizmeye
üşenmemişti. "Teks'in dünyasında..." demişti, bir defasında, "hiçbir şey tesadüfen yer almaz, hiçbir şey düşünmeden yaratılmaz-" îşte bu yüzden, üstlendiği görevin ne kadar önemli olduğunun bilincinde, coşkuyla ama bir yandan da az sonra düşmanıyla ölümcül bir çarpışmada karşı karşıya gelecek bir savaşçı gibi temkinli davranarak sürdürmüştü çizimlerini. Bazı durumlarda ise, her şeye sıfırdan başlamak pahasına da olsa risk almaktan çekinmemişti. Meslek yaşamında da böyleydi: Yetmişlerin sonlarında Kriminal, Satanik ve Alan Ford'daki çalışmalarını sona erdiren, daha farklı anlatım biçimleri deneme fırsatı bulacağı yeni çizgi romanların çizimlerini üstlenen, sonra I Briganü ve Lo Sconosciuto'yu çizmeye başlayan Magnus, eski çin felsefesinde Gezgin ya da Sonsuz Gezgin olarak da anılan Aramaktan Asla Vazgeçmeyen Adam'ı andırmaktadır.
Uzun sözün kısası, Dehşet Vadisi'nde her şey olması gerektiği gibi resmedilmiştir: Tüfekler ve tabancalar bir koleksiyoncunun katalogundan çıkmış gibidir (Magnus, silahlara büyük ilgi duyan bir kişiydi), İntikamcılar'ı oluşturan Çinliler'in ve Kanaklar'ın pitoresk kostümleri gerçek giysilere bakılarak özenle kopya edilmiştir, kasırgayla birlikte yağan yağmurun damlaları gibi, bu öyküdeki onlarca sayfada karşımıza çıkan ağaçların yaprakları da ancak bir botanikçinin gösterebileceği büyük bir titizlikle ve gerçeğe büyük bir sadakatle birer birer çizilmiştir. "Objeleri, me-kânları, manzaraları çizmeden önce uzun araştırmalar yaptım. Öyle ki, sonunda şehirden uzaklaşıp kendimi kırlara attım. Vahşi Batı'da geçen bir macerayı çizmeden önce dağlarda dolaşırsam bir çakıl taşını, bir nehri, bir ağacı daha iyi gözlemleyebilir, eserimde daha iyi yansıtabilirdim. .." demişti bir defasında. "Çizeceğim öyküde önemli bir rolü olan ağaçları ve ormanları ayrı bir dikkatle gözlemledim. Gün ışığında ve akşam karanlığında, dolunayda ve ay olmadığı gecelerde ağaçların, dalların nasıl göründüğünü inceledim. Bütün bu incelemelerim sayesinde, okurların daha önce binlerce kez karşılaştığı bir silahlı çatışmanın küçük bir ışık oyunuyla öncekilerden daha farklı ve daha etkileyici görüneceğini umuyordum." Birbirinden çok farklı dallarda eser veren (polisiye, casusluk, bilimkurgu, komedi, korku, "splatter", erotik...) Magnus daha önce hiç uwestern" çizmemişti. Max Bunker'ın 1971'de yazdığı kısa bir metafizik-parapsi-kolojik çalışma olan Lurid Scorpion ve küçüklüğünde 11 Vittorioso gibi dergilerde okuyup etkisinde kaldığı birtakım "vjestern" öykülerini kendince yorumlama çalışmaları sayılmazsa Vahşi Batı topraklarına hayli uzak kalmıştı. Yıldırım hızıyla çekilen Colt'lar, uçsuz bucaksız kırlarda doludizgin at koşturmalar, göz alabildiğine uzanan çayırlar, ehlileştirilmeyi ve sonrasında yararlanılmayı bekleyen vahşi ve kanunsuz topraklar, Magnus'un resimlemeye alışık olmadığı farklı bir dünyaydı... "Çizimler, büyük bir sadakatle, ve zamandan tasarruf edilmeden yapılmalı. Aurelio Galleppini her iki konuda da son derece başarılıydı" diyordu, Magnus. "Bu âdeta bir bahis: Kendimi, sınırları belli bir alanda denemek istiyorum. Bu işe gönüllü girdim, bu yüzden kendime bir ayrıcalık tanınmasını istemiyorum."
Klasik Teks'e sadık kalınmaya çalışıldığı belli olmasına rağmen, Dehşet Vadisi'nin -başka türlü olmasına imkân var mıydı?- "Magnus-tik" (böyle bir terim türetilebilir mi acaba?) özellikleri de gözden kaçmıyor. Kriminal ve Necron'un "baba"sı, öze sadık kalmaya çalışmakla birlikte, iki yüz kırk dört sayfalık bu özel albümün her sayfasında, otuz küsur yıllık meslek hayatında, hâlâ birtakım yenilikler peşinde koştuğunun ipuçlarını gözler önüne sererek eski okurları da yenileri de şaşırtmayı başarıyor. Magnus'un "izleri" kitabın her sayfasının her köşesine sinmiş: Doğa olayları (yağmuru, rüzgârı, yıldırımları, bulutları, yıldızların göz alıcı parlaklığını), açık olsun, kapalı olsun fark etmeksizin mekân uyumu (eski "California İmparatoru" John Sutter'ın ya sadığı kaleden farksız binayı, ölüm tuzaklarının kurulu olduğu, gizli geçitlerin bulunduğu koridorları birazdan göreceksiniz), insan duygularını (kin, alay, kararsızlık, bocalama, zalimlik, korku) neredeyse Freud kadar başa rıh bir biçimde gözlemlemesi, yüzlerdeki en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmemesi, insan vücuduna özgü ayrıntıları tabuların ya da önyargıların engellemesine fırsat vermeden net olarak yansıtmaktan kaçınmaması, değişik tip ve yapıdaki insanları (iri yarı ya da çelimsiz, iğrenç ya da etkileyici, komik ya da ciddi) başarıyla yansıtabilmesi, çizdiği her eserin bir yerine mutlaka sıkıştırdığı ve artık alamet-i farikası haline gelen koca burunlu ufak tefek adam, Magnus'un çizimlerine o ken dine özgü havayı katan başlıca etkenler. Senaryosunu Claudio Nizzi gibi bir senaryo dehasının yazdığı Dehşet Vadisi, yalnızca büyük bir bölümü kapalı mekân içinde gelişen bir korku öyküsü değil, aynı zamanda bin sekiz yüzlerin "/euiiIeton"larını çağrıştıran muhteşem bir anlatım örneği. Acımasız işkencecilerin ve "dark kdyierin el ele verdiği, sürekli ^birilerine tuzakların ya da pusuların kurulduğu görkemli ve sinematografik tatlar barındıran, en son ka- , reye kadar ayrıntıların hiçbir zaman göz ardı edilmediği, sürükleyici bir macera. Yaklaşık yarım yüzyıl önce Gâllep-pini'nin aklında da, Holly-wood westernlerindeki en sevdiği aktör olan Gary Co-oper'dan esinlendiği çevik ve kurnaz, ironik ve kararlı Teks'i yaratırken benzer düşünceler vardı. Kısacası, çizgi roman gezginimiz, italyan popüler kültürünün belli başlı kahramanlarından birine kendince küçük bir armağan sunarken bir yandan da hâlâ kendini geliştirmenin ve yenileme nin yollarını arıyor. İlerleyen sayfalarda "işbaşında" göreceğiniz Teks'i eskiyle kıyaslayıp karar vermek size düşüyor. Ama Magnus'un sık sık tekrarlamaktan büyük bir keyif aldığı o atasözündeki gibi, ancak bir efsane, kendinden daha büyük bir efsane yaratabilir.

TURHAN SELÇUK

22.12.2013 13:34

TURHAN SELÇUK


Turhan Selçuk 1922`de Milas'da (Muğla) doğdu. İlk karikatürleri 1941'de Adana'da Türk Sözü, İstanbul'da Kırmızı Beyaz ve Şut'ta yayımlandı.
1948`de Şaka, Akbaba, Tasvir ve Aydede dergilerinin kadrolarında yer aldı. Ertesi yıl Yeni İstanbul gazetesine girdi. ABD`li karikatürcü Saul Steinberg'in "çizgiyle mizah" anlayışını benimsedi. Aynı gazetede karikatür tarihini ele alan yazılar kaleme aldı. "Grafik mizah"ın karikatürün evrensel anlatımı olduğunu savundu.
1951'de ilk sergisini açtı; 1952'de, kardeşi İlhan Selçuk ile birlikte öncülerinden olduğu 1950 Kuşağı`nın ilk yayını 41 Buçuk adlı mizah dergisini, 1953`te de Karikatür'ü yayımladı.
İlk kitabı Turhan Selçuk Karikatür Albümü'nü çıkardığı 1954'te Milliyet gazetesine başkarikatürcü olarak giren sanatçı, oluşturduğu karikatür üslubunu bu dönemde geometrik bir estetiğe oturtmaya başladı ve bu tür yapıtları, kardeşiyle birlikte çıkardığı mizah dergisi Dolmuş'ta ivme kazandı.

1957'de Milliyet'te "Abdülcanbaz" adlı ünlü çizgi roman kahramanının maceralarına başladı; 1959'da 140 Karikatür'de yeni dönem yapıtlarından bir seçki düzenledi. 1960'larda İtalyan mizah dergisi II Travaso`nun kadrosuna girdi.
1961`de haftalık politika dergisi Yön'de çizmeye başladı; 1962'de Turhan 62, 1964'te ise Hiyeroglif, 1969`da Hal ve Gidiş'i yayımladı. Aynı yıl ikinci kez Yeni İstanbul'a döndü, daha sonra Akşam'a geçti, 1972'de ise Cumhuriyet gazetesinde haftalık panaromik politik karikatürler çizmeye başladı. 1979'da aniklopedik albümü Söz Çizginin'i yayımladıktan sonra 1980'de Milliyet'e döndü.
Son olarak Cumhuriyet gazetesinde çizen Turhan Selçuk, gazeteci-yazar İlhan Selçuk'un kardeşiydi

 

BRUNO BRINDISI

22.12.2013 13:32

BRUNO BRINDISI


 

 


BRUNO BRINDISI: YENİ SINIRLAR KEŞFEDERKEN
Yazan: Ferruccio Giromini
Dylan Doğun soruşturduğu, korkunç ve insanın içini kemiren kâbuslara o hayat verdi. Nick Raider ve onun Cinayet Masasından arkadaşlanyla Büyük Elma' nın şiddet dolu caddelerine çıktı. İmkânsız yolculuklann-dan birinde, Küçük Prensin rotasında Martin Mystere'e eşlik etti. Bugünse, bu büyük Teks'te yayımlanan hikayesiyle Bruno Brindisi, Gece Kartalı efsanesine fon oluşturan, uzak bir devirde bulunuşu nedeniyle fazlasıyla büyüleyici, vahşi ve tehlikeli evrenle ilk kez karşılaştı ve bin sekiz yüzlerin sonundaki Arizona çöllerinde de mutlak bir modernlik rüzgârı estirmeyi başardı. Bu kısa röportajda, efsanevi Teks Willer ile birbirinden çok farklı anlatım çeşitlerinin sınırlannda aynı beceriyle gezebilen, genç bir Salemolu çizerin yollannın kesişmesinin hikâyesini Brindisi'nin kendi ağzından anlatmasını istedik
Büyürken seni etkileyen çizgi roman kahramanları ve çizerleri hangileriydi?
Çocukken sevdiğim ilk gerçekçi çizgi roman Zagor'du: Hikâyelerde uçuşan ham haldeki fantezi, kahramanın atletik yanı ve içten içe romantik özü yanında, arkadaşı Çiko'nun küçük komiklikleri ve vampirlerle, hayaletlerle, büyücülerle kurt adamlarla ilgili dehşet unsurları katıştırılması hoşuma giderdi (hâlâ da gider). Çizerler arasındaysa en sevdiklerim Franco Bonvicini ve Magnus'tu. Ama bir de Corriere dei Ragazzi sayfalarında keşfettiğim ve sonradan şahsen tanışma zevkine eriştiğim bir büyük sanatçı vardı: Aldo Di Gennaro. Hem gerçekçi hem özlü stiline hayran kalmıştım. Kısmen Alex Toth'tan, okurların belki de pek tanımadığı Amerikalı bir çizerden etkilenmişti ama kaderinde, ben dahil, dünyadaki pek çok başka çizer için vazgeçilmez bir dayanak noktası olmak vardı. Yine Corriere dei Ragazzi sayesinde Milo Manara'nın yeteneğini takdir etmeyi öğrendim. O da, sonradan fark ettim ki, bir başka ustadan ilham alıyordu: Fransız Moebius. işte, benim temel dayanak noktalarım bunlar oldu.
Çizimlerini ne zaman ve nerede yayımlamaya başladın?
I983'te, Peppe De Nardo, Giuliano Piccininno, Raf-faele Della Monica, Luigi Coppola, Roberto De An-gelis, Daniele Bigliardo ve diğer arkadaşlarla birlikte kendi hazırladığımız küçük dergi, Trumoon'dz. Tru-moon bizim, tamamen tutkuyla giriştiğimiz, mesleki anlamda bir şey üretme adına ilk denememizdi. Ama aynı zamanda, teknik açıdan bakıldığında, bir kıyaslanma ve olgunlaşma fırsatıydı: Biz bir ekol olmuştuk ve sonradan bana yararı olacak çok sayıda küçük "hileyi" o dönemde keşfetmiştim. Bugün, neredeyse yirmi yıl sonra, az çok hepimiz Bonelli için çalışıyoruz.
Çizgi roman okumaktan çizmeye geçmeye nasıl karar verdin?
Doğrusu, insanın hayatını çizgi romandan kazanabileceğini düşünmüyordum. Bunu pek de ayağı yere basmayan bir rüya gibi görürdüm. Zaten kendime başka bir yol çizmiştim: Kameramanlık yapıyor, ara sıra RAİ için bile çalışıyordum. Ama bir sözleşmeyle diğeri arasında ölü geçen süreçlerde çizgi roman hazırlamaya devam ediyordum. Şahsen keyif aldığım için, yalnızca yapmaktan zevk aldığım için çiziyordum. Derken, I988'de Acme Francesco Coniglio' nun editörü, Splatter ve Mostri dergilerinde sürekli çizme ve böylece, kalite açısından kesin bir sıçrama fırsatı verdi: Nitekim, bir yanda canın istediğinde, canının istediğini çizmek, diğer yandaysa sipariş üzerine ve belli bir sürede çizmek vardı. Ben ne olursa olsun, başka bir meslekte bile olsam, çizecektim. Yani hobimi mesleğe dönüştürmek, isteyebileceğimin en fazlasıydı. )

Dylan Dog için yolunu açan, hepsi korku türündeki bu hikâyeler mi oldu?
O dönemde gazetelerde ve kamuoyunda haddinden fazla, aşırı denebilecek ilgi uyandırmış olan, tamamen sosyolojik önem taşıyan bir fenomen halindeki Dylan Dog'un başarısının, yine onun dümen suyunda doğmuş Splatter ve Mostri gibi yayınlarla etkileşimi inkâr edilemez. İlk Dylan Dog' um üzerinde çalışmaya I990'da başladım, o sıralar hâlâ resmen Acme için çalışıyordum. Hem zaten, Craven Road Detektifi'nin ekibine girmek, bir rüyayı gerçekleştirmek gibiydi. Küçüklüğümden beri, dehşet, tutkularımdan biri olmuştu. Bunun başlangıcı, uzun yıllar önce bir akşam, Gianni ile Pinotto'nun akla gelebilecek her çeşit hayaletin oturduğu bir şatoya düşmelerini konu alan, eski bir film seyredişimdir. Adını söyleyemeyeceğim ama beni eğlendirdiğini, korkudan titrettiğini, tek kelimeyle hipnotize ettiğini hatırlarım.
O yıllarda ilgin olmuş bir başka ilginç seri de "Billiteri".
O, henüz profesyonel olmadığım ve piyasada "paninari" dediğimiz albümlerin bol bulunduğu döneme, I986'ya kadar giden bir proje, ilk üç bölümünü De Nardo ile başlattık, sonra da onu Tbrpedo'sunda kullanması için Coniglio'ya önerdik. Ama dergi kapandı, böylece o hikâyeler de rafa kalktı. Ancak birkaç yıl sonra, Universo Yayınevi' nin haftalık dergisi, /ntrep/do'da, daha metropoliten ve daha sert, yeni görünümüyle yayımlandı. Yine de, "Billiteri"yi güzel hatıralarla anıyorum: Gençlerin dünyasıyla ilgili, içinde komedi unsurlarının ağır bastığı, ironik ve kaygısız bir seriydi ve bu da, karakterleri canlı ve "sinematografik" kılmak için, bol miktarda davranış biçimi ve yüz ifadeleri kullanmama izin veriyordu.
I990'da "Only West Baby" piyasaya çıktı...
O Raffaele Della Monica'nın bir fikriydi. VVestern'e duyduğu büyük aşktan ilham almıştı, benzeri olmayan yatay formatıyla, mizah türündeki ilginç bir yayıma başlamak istiyordu. Satışların başarılı olacağını umarak, bu iş için, biz dostlarından yardım istedi ama beklediği gibi olmadı ve böylece, "Only VVest Baby" yalnızca üç sayı sonra kapandı. Aynı hikâyeler, alışılmış dikey formata çevrilerek, birkaç yıl sonra bu kez de /ntrep/do'da yayımlandı.
O halde, Bonelli'nin yayınlarına dönelim. O albümlerden yalnızca Dylan Dog için çizim yaptın...
Hayır, Nick Raider da çizdim, bir de Martin Myste-reîn Ken Parker Magazine'de çıkan kısa bir mace-rısını. Bu kahramanlarla ilişkime gelince, Nick Rai-der'i fazla sınırlanmış, tek parça, benim zevkimden biraz uzak bulduğumu söyleyebilirim. Öte yandan, kendimi Dylan Dog'a çok yakın hissettim: Orada daha geniş bir anlatım, gösterişli olmayan bir kesinlik, ağlamaktan utanmayış, hatta ayağının takılıp düşmesi ya da klasik muz kabuğuna basıp kaymak gibi unsurlar var. Problemli ve -özümde benim olduğum gibi- içten içe endişeli bir adam, hem kendini de asla fazla ciddiye almıyor.
Ya Teks? "Çöl Yağmacılarının yaratım süreci ne kadar uzun ve karmaşıktı?
Bunu sonuçlandırmak iki buçuk yılımı aldı, çünkü aynı zamanda iki de Dylan Dog albümü hazırladım. Kendimi yalnızca bu büyük Teks'e adamış bile olsaydım, yine de, bir buçuk yıldan önce bitirebilece-ğimi sanmıyordum. Ne de olsa, VVestern benim için baştan keşfedilmesi gereken, yepyeni bir alandı. Kitaplar satın aldım, ortamı araştırmam gerekti, doğal fonları, devrin giyim tarzını. En temel sorunum, doğru biçimde tekrar çizmekte çok zorlandığım atlar oldu. Olabildiğince fazla fotoğraf temin ettim ve hatta, hayatlarının en az üçte ikisini eyer üstünde geçiren bu adamların psikolojisini anlamak için bir binicilik kursuna yazılmayı bile düşündüm. Hem sonra, bir VVestern'de atların da kişiliği olabilir, onlar da hikâyenin kahramanı olabilirler.
Başlangıçtaki bazı güçlükler dışında, en çok neyi ifade etmek hoşuna gitti?
Tozlu atmosfer, geniş araziler, kayalıklar. Hep birbirinden farklı, büyüleyici, önceden kestirilemez sahneler. Düz çizgilerle açıları daha az kullanabilmek, bir çizer için, hiç şüphesiz, son derece rahatlatıcı oluyor. Ama beni akademik orantı sorunlarıyla karşı karşıya gelmeye olduğu kadar, ayrıntılara dikkat etmeye de zorlayan bu iş, benim açımdan teknik ve kişisel anlamda bir gelişme hamlesi anlamına geliyordu. Bu büyük Teks sayesinde, biraz daha ustalaşmış olduğumu samimiyetle umuyorum.


 

C.Cem Ertürk

22.12.2013 13:31

C.Cem Ertürk

 
 
 
Cem Ertürk kimdir?
Gazeteci, karikatürist, dizi ve film yönetmeni, senarist ve aynı zamanda yapımcı da olan C.Cem Ertürk, bir dönemin çok sevilen ‘Kurdoğlu’ ve ‘Kara Şahin’ çizgi romanlarının yazarı ve çizeri. TGRT’nin ilk sinema filmi olan ‘Kurdoğlu 1: Osmanlı Bedel İster’in (1991) yapımcılığını da üstlenen Ertürk, ‘Kurdoğlu 2: Sancağın Ordusu (1992), Kurdoğlu 3: Bu Yola Baş Koyduk (1992), ‘Paşalı’ ve ‘Güneşe Doğru’ adlı filmlerin de yönetmenliğini yaptı. Ertürk, İFPAŞ’ın da kurucularındandı. Ertürk evli ve 5 çocuk babasıydı...

 

SAMİM UTKUN

22.12.2013 13:30

SAMİM UTKUN (1928-2001)




10 Mart 1928 tarihinde doğan Samim Utkun, Ziraat Mühendisi bir babanın ilk çocuğu olarak ilkokulu -babasının görev yeri dolayısıyla-Adana'da, liseyi Balıkesir'de tamamlamış ve ailesiyle beraber İstanbul'a dönmüştür.

Samim Utkun, çizerlik kariyerine karikatürle başlamış ve Sedat Simavi'nin yayınladığı Karikatür adlı mizah dergisine çalışmalar yapmıştır. Onu 7 Gün'e hazırladıkları izlemiş ve 1946 yılında Türkiye Yayınevi'nde profesyonel olarak çizerlik yaparak profesyonel kariyerine yeni bir açılım kazandırmıştır. Türkiye Yayınevi patentli Rakım Çalapala yönetimindeki Yavrutürk ve Çocuk Haftası dergilerinde ve M.Faruk Gürtunca'nın 1947'de yeniden yayına başlayan Çocuk Sesi dergilerinde kapak ressamlığı yapmıştır. Kore Savaşı'na katılan askerlerden olduğu için 1950 yılını bu Uzak Doğu ülkesinde geçirmiştir. Dönüşünde basın çizerliğine kaldığı yerden devam etmiş ve Demokrat İzmir, Tercüman, Yeni Asır gibi gazetelerde çalışmıştır. Utkun, çeşitli yayın kuruluşlarına resimler hazırladıktan sonra, 1955 yılından itibaren uzun yıllar boyunca çalışacağı Ceylan Yayınevi'ne girmiştir. Erdoğan Egeli'nin birbiri ardına ve haftalık periyotlarla yayınlamaya başladığı Teksas, Tommiks, Kinova, Zagor, Ceylan, Tim, Kit Taylor, Atlı Karınca, Superman, Akbulut Kaan gibi pek çok çizgiroman mecmuasının kapak illüstrasyonlarını büyük bir üretkenlikle çizmiştir. Utkun, bu arada ayrıca 1950'lerin popüler polisiye cep kitaplarına da düzinelerce kapak çalışması yetiştirmeyi başarmıştır. Hatta bir dönem stoğu biten Kinova serisi için bazı 'özel' maceralar çizmiştir. 1970'lerin başında Tay Yayınları için çizgiroman kapakları çizmeye başlayan Aslan Şükür ortaya çıkıncaya kadar bu türde Türkiye'de en fazla kapak çizen ressam unvanını korumuştur. Bilhassa 1960'lar boyunca her hafta 20-25 dergi kapağı illüstre eden Utkun, bu alanda önemli bir üretim rekoruna imza atmıştır. Ayrıca yine bu dönemde, 1953 yılında 500. Fetih Yılı münasebetiyle basılan İstanbul'un Fethi adlı çizgiroman albümünü Fuat Yılmaz ile birlikte çizmiştir.

Utkun, 1980'li yılların başından itibaren bünyesinde kariyerini noktalayacağı İhlas Grubu'nda çalışmaya başlamıştır. Bu gruba bağlı Türkiye Gazetesi sayfaları için pek çok resimleme ve vinyet çalışması yapmıştır. Bunlar arasında Kemal Akmeriç'in metinlerini yazdığı 'Kesimli Evliya Çelebi Seyahatnamesi' öne çıkmıştır. Ayrıca 1980'lerin sonunda Türkiye Gazetesi'ni yayınlayan İhlas Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş. tarafından basılan 'Türk Sultanları Ansiklopedisi'nin kapak ve iç resimlerini illüstre etmiştir.

1990'lı yılların ikinci yarısında uzun süredir kapak illüstrasyonları hazırladığı Türkiye Çocuk dergisinde iki çocuğun başından geçen maceraların anlatıldığı Afrika Rüzgarı başlıklı bir çizgiromanla ara verdiği dokuzuncu sanat çalışmalarına bir defalık yeniden geri dönmüştür. 1994 yılında bu kurumdan emekli olan Samim Utkun, iki bacağının kesilmesine neden olan kronik damar tıkanıklığı dolayısıyla İstanbul'da dört yıl tedavi gördüğü hastanede 14 Temmuz 2001 tarihinde vefat etmiş ve ertesi günü Kocatepe Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir.
 
 

 

Öğeler: 1 - 8 / 8