ARAMAKTAN ASLA
VAZGEÇMEYEN ADAMIN EFSANESİ
Yazan: Graziano Frediani
Teks kadrosuna kabul edildiğimde Magnus, en azından İtalyan çizgi romanının küçük dünyasında bir efsaneydi: Kâh dramatikleşen, kâh groteskleşen kendine özgü tarzıyla, siyah beyaz kontrastları ustaca kullanmasıyla, (zaman zaman ironik eklemelerde de bulunarak) birbirinden çok farklı dallarda eşer verebilen, haklı olarak büyük bir ün kazanmış, ilginç, zeki ve ne yapacağı önceden asla tahmin edilemeyen, yeni şeyler denemekten asla korkmayan, ele avuca sığmayan bir sanatçıydı. Kendisini iyi tanımayanları şaşırtmaktan her zaman büyük keyif almış, sanki hâlâ öğreneceği pek çok şey varmış gibi (ömrünün son yedi yılını adadığı bu albümü hayata getirmek için) büyük bir coşku ve alçakgönüllükle çalışmaya devam etmişti. Asla, bir an için bile olsa kahramanımızın kişiliğini aykırı bir biçimde yansıtacak, bir başka deyişle farklı bir ruh katacak hiçbir değişikliği aklının ucundan bile geçirmemişti. Çizeceği Teks, 1948 yılında Gianluigi Bonelli ve Aurelio Galleppini'yle başlayan ve ilerleyen yıllarda layık olan yazar ve çizerler tarafından sürdürülen muhteşem Teks "geleneğf'ne yakışan, bu geleneğe aykırı düşmeyen bir armağan olmalıydı. Bir başka deyişle Mag-nus'un fırçasından çıkacak Ranger, "kara", alaycı kardeşlerine benzeme-meliydi: Kriminal ve Satanik gibi yıkıcı bir öfkeyle hareket etmemeli, Alan Ford ve Necron gibi garip ve saçmalığa kaçan hareketlerde bulunmamalı, dünyanın "sıcak" noktalarında sürdürdüğü bitmek tükenmek bilmeyen yolculuklarında umutsuzca şiddete başvurmaktan başka çaresi olmadığını düşünen Lo Sco-nosciuto gibi davranmamalıydı. Magnus, büyük bir tevazu göstererek, "Benden önceki büyük sanatçıların önünde saygıyla eğilmekten başka bir şey yapamam. Teks'i çizeceğimi düşündükçe kalp atışlarımın hızlandığını hissediyorum..." diyordu. Kendisi de bir usta olmadan önce tutkuyla okuduğu, büyük sanatçılar tarafından yazılıp çizilenler gibi saf macera, entrika ve heyecan içeren bir eseri armağan olarak sunma fırsatı elde etmenin mutluluğunu yaşıyordu: Gi-ovanni Scolari'yle Federico Pedrocchi'nin Saturno controla Terra'smm, Brandon Walsh'la Nicholas Afonsky'nin La Rondine di Mari'sinin, Alex Raymond'un Flash Gordon'unun, Floyd Gottfred-son'un Topoiino'sunun; Rino Albertarelli'nin, Franco Caprioli'nin ve Pier Lorenzo De Vita'nın eserlerinin; savaş öncesi ve sonrasında I'Int-repido, L'Avventuroso ve 11 Vittorioso gibi çocuk dergilerinde yayımlanan ve hepsini nefesini tutarak okuduğu bütün öykülerin izinden giden bir çalışma olacaktı eseri.
Magnus başlangıçtan beri Teles albümü üzerinde hiçbir şeyi aceleye getirmeden, bitirmek için belli bir zaman verip kendi kendini bağlamadan, yaptığı işten büyük bir keyif alarak, büyük bir titizlikle, okurlarını sıkmamak için tempoyu düşürmeden, ama bir yandan da sayfa üzerinde yer alacak her şeye -tarihsel, mimari, anatomik ayrıntılara dikkat ederek zihnindeki görüntüyü kâğıt üzerine aktarmaya çalışıyordu. Gece Kartalı'nın dünyasına özgü varlıkları hata yapmadan yansıtmak için düzinelerce maket üzerinde perspektif çalışmaları yapmış, canlı cansız ne varsa (atlardan posta arabalarına, saatlerden tüfeklere, nehirlerden dağlara...) her şeyi olması gerektiği gibi çizmeye gayret göstermişti. Küçücük bir ayrıntı üzerinde bile saatlerce çalışmış, içine sinmediği bir şeyi yeni baştan çizmeye
üşenmemişti. "Teks'in dünyasında..." demişti, bir defasında, "hiçbir şey tesadüfen yer almaz, hiçbir şey düşünmeden yaratılmaz-" îşte bu yüzden, üstlendiği görevin ne kadar önemli olduğunun bilincinde, coşkuyla ama bir yandan da az sonra düşmanıyla ölümcül bir çarpışmada karşı karşıya gelecek bir savaşçı gibi temkinli davranarak sürdürmüştü çizimlerini. Bazı durumlarda ise, her şeye sıfırdan başlamak pahasına da olsa risk almaktan çekinmemişti. Meslek yaşamında da böyleydi: Yetmişlerin sonlarında Kriminal, Satanik ve Alan Ford'daki çalışmalarını sona erdiren, daha farklı anlatım biçimleri deneme fırsatı bulacağı yeni çizgi romanların çizimlerini üstlenen, sonra I Briganü ve Lo Sconosciuto'yu çizmeye başlayan Magnus, eski çin felsefesinde Gezgin ya da Sonsuz Gezgin olarak da anılan Aramaktan Asla Vazgeçmeyen Adam'ı andırmaktadır.
Uzun sözün kısası, Dehşet Vadisi'nde her şey olması gerektiği gibi resmedilmiştir: Tüfekler ve tabancalar bir koleksiyoncunun katalogundan çıkmış gibidir (Magnus, silahlara büyük ilgi duyan bir kişiydi), İntikamcılar'ı oluşturan Çinliler'in ve Kanaklar'ın pitoresk kostümleri gerçek giysilere bakılarak özenle kopya edilmiştir, kasırgayla birlikte yağan yağmurun damlaları gibi, bu öyküdeki onlarca sayfada karşımıza çıkan ağaçların yaprakları da ancak bir botanikçinin gösterebileceği büyük bir titizlikle ve gerçeğe büyük bir sadakatle birer birer çizilmiştir. "Objeleri, me-kânları, manzaraları çizmeden önce uzun araştırmalar yaptım. Öyle ki, sonunda şehirden uzaklaşıp kendimi kırlara attım. Vahşi Batı'da geçen bir macerayı çizmeden önce dağlarda dolaşırsam bir çakıl taşını, bir nehri, bir ağacı daha iyi gözlemleyebilir, eserimde daha iyi yansıtabilirdim. .." demişti bir defasında. "Çizeceğim öyküde önemli bir rolü olan ağaçları ve ormanları ayrı bir dikkatle gözlemledim. Gün ışığında ve akşam karanlığında, dolunayda ve ay olmadığı gecelerde ağaçların, dalların nasıl göründüğünü inceledim. Bütün bu incelemelerim sayesinde, okurların daha önce binlerce kez karşılaştığı bir silahlı çatışmanın küçük bir ışık oyunuyla öncekilerden daha farklı ve daha etkileyici görüneceğini umuyordum." Birbirinden çok farklı dallarda eser veren (polisiye, casusluk, bilimkurgu, komedi, korku, "splatter", erotik...) Magnus daha önce hiç uwestern" çizmemişti. Max Bunker'ın 1971'de yazdığı kısa bir metafizik-parapsi-kolojik çalışma olan Lurid Scorpion ve küçüklüğünde 11 Vittorioso gibi dergilerde okuyup etkisinde kaldığı birtakım "vjestern" öykülerini kendince yorumlama çalışmaları sayılmazsa Vahşi Batı topraklarına hayli uzak kalmıştı. Yıldırım hızıyla çekilen Colt'lar, uçsuz bucaksız kırlarda doludizgin at koşturmalar, göz alabildiğine uzanan çayırlar, ehlileştirilmeyi ve sonrasında yararlanılmayı bekleyen vahşi ve kanunsuz topraklar, Magnus'un resimlemeye alışık olmadığı farklı bir dünyaydı... "Çizimler, büyük bir sadakatle, ve zamandan tasarruf edilmeden yapılmalı. Aurelio Galleppini her iki konuda da son derece başarılıydı" diyordu, Magnus. "Bu âdeta bir bahis: Kendimi, sınırları belli bir alanda denemek istiyorum. Bu işe gönüllü girdim, bu yüzden kendime bir ayrıcalık tanınmasını istemiyorum."
Klasik Teks'e sadık kalınmaya çalışıldığı belli olmasına rağmen, Dehşet Vadisi'nin -başka türlü olmasına imkân var mıydı?- "Magnus-tik" (böyle bir terim türetilebilir mi acaba?) özellikleri de gözden kaçmıyor. Kriminal ve Necron'un "baba"sı, öze sadık kalmaya çalışmakla birlikte, iki yüz kırk dört sayfalık bu özel albümün her sayfasında, otuz küsur yıllık meslek hayatında, hâlâ birtakım yenilikler peşinde koştuğunun ipuçlarını gözler önüne sererek eski okurları da yenileri de şaşırtmayı başarıyor. Magnus'un "izleri" kitabın her sayfasının her köşesine sinmiş: Doğa olayları (yağmuru, rüzgârı, yıldırımları, bulutları, yıldızların göz alıcı parlaklığını), açık olsun, kapalı olsun fark etmeksizin mekân uyumu (eski "California İmparatoru" John Sutter'ın ya sadığı kaleden farksız binayı, ölüm tuzaklarının kurulu olduğu, gizli geçitlerin bulunduğu koridorları birazdan göreceksiniz), insan duygularını (kin, alay, kararsızlık, bocalama, zalimlik, korku) neredeyse Freud kadar başa rıh bir biçimde gözlemlemesi, yüzlerdeki en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmemesi, insan vücuduna özgü ayrıntıları tabuların ya da önyargıların engellemesine fırsat vermeden net olarak yansıtmaktan kaçınmaması, değişik tip ve yapıdaki insanları (iri yarı ya da çelimsiz, iğrenç ya da etkileyici, komik ya da ciddi) başarıyla yansıtabilmesi, çizdiği her eserin bir yerine mutlaka sıkıştırdığı ve artık alamet-i farikası haline gelen koca burunlu ufak tefek adam, Magnus'un çizimlerine o ken dine özgü havayı katan başlıca etkenler. Senaryosunu Claudio Nizzi gibi bir senaryo dehasının yazdığı Dehşet Vadisi, yalnızca büyük bir bölümü kapalı mekân içinde gelişen bir korku öyküsü değil, aynı zamanda bin sekiz yüzlerin "/euiiIeton"larını çağrıştıran muhteşem bir anlatım örneği. Acımasız işkencecilerin ve "dark kdyierin el ele verdiği, sürekli ^birilerine tuzakların ya da pusuların kurulduğu görkemli ve sinematografik tatlar barındıran, en son ka- , reye kadar ayrıntıların hiçbir zaman göz ardı edilmediği, sürükleyici bir macera. Yaklaşık yarım yüzyıl önce Gâllep-pini'nin aklında da, Holly-wood westernlerindeki en sevdiği aktör olan Gary Co-oper'dan esinlendiği çevik ve kurnaz, ironik ve kararlı Teks'i yaratırken benzer düşünceler vardı. Kısacası, çizgi roman gezginimiz, italyan popüler kültürünün belli başlı kahramanlarından birine kendince küçük bir armağan sunarken bir yandan da hâlâ kendini geliştirmenin ve yenileme nin yollarını arıyor. İlerleyen sayfalarda "işbaşında" göreceğiniz Teks'i eskiyle kıyaslayıp karar vermek size düşüyor. Ama Magnus'un sık sık tekrarlamaktan büyük bir keyif aldığı o atasözündeki gibi, ancak bir efsane, kendinden daha büyük bir efsane yaratabilir.